
♦ Sen aslında matematik mühendisisin. Ne oldu da bu işe girdin?
Aslında ablam Selma’nın etkisi var. O küçüklükten itibaren televizyon dünyasının içinde olmak istiyordu. “Televizyonda çalışacağım” diyordu. Ben daha çok bilgisayarlarla ilgili bir şeyler yapacağımı öngörüyordum diyeyim. Hatta biz ortaokul, lise yıllarında Commodore 64’ler vesaireler yeni çıkmıştı. Ben onların peşinde koşuyordum. İşte orada ama Commodore 64’te belki 8-10 saat oyun oynuyordum, onun arkasından oturup kod yazıyordum. Basic’te vesairede, Fortran’da kodlar yazmaya başlamıştım. Dolayısıyla biraz böyle bilgisayarla ilgili bir şeyler yapmak hedefim olduğu için matematik mühendisliğini kazandım. Matematik mühendisliğine girdikten sonra da hemen üniversiteye girdiğim zaman çalışmaya başladım. Önce bir bilgisayar şirketinde, sonra bir bilgisayar dergisinde çalıştım. Sonra Türkiye’ye bilgisayarlı video sistemleri getiren bir firmada çalışmaya başladım ve orada aslında bilgisayar ve videonun nasıl bir arada kullanılacağını öğrendim. Öğrendikten sonra uygulamaya başladım. İşte Türkiye’deki ilk hareketli seçim grafiklerini yaptık o şirketteyken. Sonra bir reklam yapım şirketine başladım. Orada da o reklam yapım şirketi o yıllarda büyük post prodüksiyon şirketlerine giderek çektikleri reklamların post prodüksiyonlarını yapıyordu. Ben de onlara bu işleri bilgisayarda yapalım dedim. Önce bir bilgisayar, sonra iki bilgisayar, sonra Silicon Graphics bilgisayarlar vesaire getirerek bir yapım şirketinin hiçbir şekilde post prodüksiyon şirketine gitmeden içeride çözeceği bir sistem kurmuş olduk. O yıllarda çok büyük işler de yaptık. İşte 2000 senesinde yayınlanan Türkcell reklamları vardı. Boğaz Köprüsü’nün üzerinden atlar atlar. Sonra işte Azra Akın da oynamıştı, Türkiye Dünya Güzeli olmuştu. O filmleri çektik, o filmlerin post prodüksiyonlarını yaptık.
♦ Sinema filmleri ve diziler için de yaptın…
Sinema filmleri ve diziler daha sonra… O yıllarda reklam çok daha üst düzeyde diyeyim, yani prodüksiyonu vesairesi daha kaliteliydi. Fakat sonrasında reklamda bir düşüş oldu ve Türkiye’de dizi sektörü canlandı. Filmler daha fazla çekilmeye başladı. Ondan sonra da filmler ve diziler tarafına kaydık. İşte Muhteşem Yüzyıl’ın görsel efekt süpervizörlüğünü yaptım. Vatanım Sensin’in görsel efekt süpervizörlüğünü yaptım. Onun gibi bir sürü dönem işinin görsel efekt süpervizörlüğünü yaptık. Bunlar hem filmler hem diziler olmak üzere. Bir yandan da işte Türkiye’ye çeşitli dijital platformların gelmesiyle onlarla da çalışmaya başladık. Ama orada da ağırlıklı olarak yine yurt dışı projelerde çalıştık. ‘Rise of Empires: Ottoman’ın 2’nci sezonu ya da ‘Testament: The Story of Moses’ gibi projelerinin görsel efektlerini yaptık. Dolayısıyla hem Türkiye’ye hem dünyaya görsel efekt alanında işler yaptık.
♦ Şimdi sen hem görsel efekt uzmanısın hem de yapımcı… İki gözle bakarsan Türkiye’de günümüzdeki sinema ortamını nasıl değerlendirirsin?
Türk sineması açıkçası pandemiden sonra bir kriz olduğu tartışılmaz bir gerçek şu anda. Hani bu krizin sebepleri sadece pandemi değil tabii. Dönem olarak ona denk geldi. Mısır krizi ile başlayan süreç, sinema salonlarından insanların ayaklarının kesilmesi, arkasından işte dijital platformların gelmesi, yapımcıların dijital platformlarla daha çok çalışmaya başlaması gibi sebeplerle insanlar sinemaya çok daha az gitmeye başladı. Ya bunun bence çözümleri var ama bu çözümler hani şu anda burada söylemeyelim açıkçası. Biraz böyle devletin de el atması, sinema genel müdürlüğü, yapımcılar ve diğer paydaşların bir arada oturarak bence hızlı bir şekilde çözülebilecek sorunlar aslında. Yani insanları tekrar sinemaya çekebiliriz bence.
♦ Sinemalar dijital platformla yarışır hâle gelir mi tekrar ya da üste çıkar mı?
Üste çıkması çok zor, onu söyleyeyim ama hani sinema deneyimine hâlâ ihtiyaç duyan, sinema deneyiminden sinemaya gitmek isteyen bir sürü insan var. Fakat ekonomik sebepleri de işin içine katarak… Sinema bileti fiyatları ya da işte…
♦ Aslında pahalı olan bilet değil, yan unsurlar pahalı.
Şimdi ortalama bilet ücreti 250 lira. Sinemaya gidip yemek yer, alış veriş de yaparsan film izlemek pahalıya mâl oluyor. Evet, aynen öyle… Şimdi 250 lira pahalı değil ama işte gidip mısır yersen, içecek içersen, AVM’de alışveriş yaparsan, yemek yersen 250 liralık bilet 3 bin liraya çıkıyor. Yani sinemaya gidip 3.000 lira harcamış oluyorsun aslında. Hâlbuki; “Bu filmi mutlaka bir an önce görmem lâzı” denilecek film olsa maliyet göze alınır. Çünkü izleyiciler, sinemadaki filmi en erken 4-5 ay sonra, dijital platformda izleyebiliyor ya da 6 ay sonra açık kanalda izleyebiliyor. Dolayısıyla; “Bu filmi hemen görmem, arkadaşlarımla konuşmam, bunun sohbetlerine katılmam lâzım” diye düşündürebiliyor olmalıyız. 250 lira bilet parası verdiği zaman izleyiciler, filmi evindeki televizyondan daha kaliteli bir görüntüyle izlemesi lazım. Oradaki projeksiyon cihazının, lambasının iyi olması, oturduğu koltuğun keyifli, konforlu, rahat olması lâzım. Bunları sağladığımız zaman insanların sinemaya gideceğini düşünüyorum.
♦ Peki Türk yapımlarında görsel efekt olarak ne düzeydeyiz?
Aslında sadece görsel efekt diye bakmamak lâzım. Türk yapımlarının seviyesine bakmak lâzım. Yapımcı ya da yönetmen bize Hollywood’da çekilmiş 300 milyon dolar bütçeli bir filmin efekt sahnesini gösterip; “Bunun aynısını istiyorum. Yarın çekeceğiz, 3 gün sonra da yayın var” diyen örneklerle çok karşılaştım. Bakıyoruz mesela o sahnenin hazırlığının 2 ay sürmesi lâzım. Dolayısıyla iyi bir görsel efekt isteniyorsa ön hazırlığa zaman ayrılması, çekimden sonrasına da zaman ayrılması lâzım. ♦ Yurt dışında birçok fuara da katıldın. Nasıl görülüyoruz biz o yurt dışındaki sinema sektörü tarafından? Türkiye’deki sinema sektörü nasıl görülüyor? Açıkçası şöyle; sinema sektöründe Türkiye’nin gişe sinemasının yurt dışında pek bir karşılığı yok. Festivaller için yapılan filmlerin festivallerde karşılığı var. İşte en iyi örneği Nuri Bilge Ceylan. Mesela Nuri Bilge Ceylan’ın son filminin de efektlerini biz yaptık bu arada. Dolayısıyla onların bir karşılığı var. Televizyon dünyasının ise çok ciddi bir karşılığı var. Fuarlarda da var. Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türk dizisi seyretmemiş ya da en azından bir annesi, babası ya da bir arkadaşı Türk dizisi seyretmemiş kimseyle karşılaşmıyorsunuz artık. Bu gerçekten dünyanın en ücra noktalarında bile böyle. Türk dizilerinin acayip bir etkisi var. Bunlar, “arkası yarın” şeklinde yayınlanıyor. Bizde haftada bir gün yayınlanan diziler işte 40’ar dakikalık bölümlere kesilip hafta içi her gün yayınlanan diziler olarak orada, hatta genellikle öğlen, öğleden sonra kuşağında yayınlanıyor. Fakat çok ciddi bir alıcısı var, bu bir gerçek ve hani insanların çok ilgisini çekiyor. Bu halk düzeyindeki profesyonel düzeyde ise şöyle bir durum var: İnsanlar gerçekten bizim prodüksiyon kalitemize, özellikle çekim süresindeki bizim çekimleri yaptığımız süredeki prodüksiyon kalitemize hayran kalıyorlar. Niye? Biz işte 6 günlük bir sürede, bir hafta içinde 140 dakikalık dizileri hazırlıyoruz ve bunların post prodüksiyonu da yapılıyor, efektleri de yapılıyor, color’ı vesairesi de yapılıyor ve yayına hazır hâle getiriliyor ve her hafta düzenli olarak yapılıyor. Bunu anlattığınız zaman yabancılara inanamıyorlar gerçekten. Yani şöyle söyleyeyim, hani dünyada belki de en çok film üretilen Hindistan’daki arkadaşlara anlattığımız zaman bile algılayamıyorlar. Birkaç kere tekrar etmemiz gerekiyor: “Bakın, gerçekten diyorum. İşte atıyorum pazartesi günü çekim başlıyorsa pazar günü o bölümün yayını oluyor ve o bölüm 140 dakika,” diyorum. “Nasıl yapabilirsiniz?” diyorlar. “Çekimler ne zaman bitiyor da ne zaman montajlıyorsunuz?” diye böyle inanamıyorlar gerçekten.
Kaynak: Habertürk