
Bir öğrencinin tercih listesinin kendi iradesi dışında değiştirilmesiyle ortaya çıkan skandal, Türkiye’de kamusal güvenliğin ve dijital denetimin çöküşünü gözler önüne sermiştir.
Bir öğrencinin açtığı davada Ankara 27. İdare Mahkemesi, tercihlerde dış müdahale yapıldığını tespit ederek işlemi iptal etmiştir. Mahkeme kararında, öğrencinin tercihlerini 13 Ağustos gecesi onayladıktan yalnızca birkaç dakika sonra sistemde değişiklik yapıldığı, puanıyla uyuşmayan ve hiç tercih etmediği ‘Yaşlı Bakım Bölümü’nün ön sıralara eklendiği açıkça belirtilmiştir.
Aynı IP adresi üzerinden başka öğrencilerin de tercih listelerinde benzer değişiklikler yapıldığı saptanmıştır. Savcılık incelemesinde, sisteme girilen IP adresi belirlenmiş olmasına rağmen hiçbir tutuklama ya da koruma tedbiri uygulanmamıştır.
Bu kadar ciddi, kamusal bir suça karşı yargının sessiz kalması, Türkiye’de hukukun artık eşit uygulanmadığını, adaletin kişiye göre işlediğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Kamunun ve iktidarın çıkarlarına dokunan hiçbir olayda adalet mekanizması işletilmezken, en küçük muhalif tutumda dahi hızlıca cezalar yağdırılmaktadır. Yargı, iktidarın ve sermayenin bekçisine dönüşmüş; hak arayan yurttaşlar, öğrenciler, emekçiler için değil, düzenin devamı için çalışır hale gelmiştir.
Bu olay, yalnızca eğitim sistemindeki denetimsizliği değil, devletin adalet anlayışındaki çifte standardı da açığa çıkarmaktadır.
Üstelik bu olay tekil değildir. Birçok öğrencinin tercihi bilgisi dışında değiştirilmiştir.
Bu tablo, olayın rastlantısal değil, örgütlü ve sistematik bir müdahale olduğunu göstermektedir. Ancak tüm bu delillere rağmen hâlâ bir tutuklama, kamu görevlileri hakkında bir soruşturma ya da kamuoyuna tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır.
Bazı öğrenciler için “puanının yettiği başka bir bölüme yerleştirme” ya da “kontenjan açarak telafi” gibi bireysel çözümler sunulması, bu skandalın üstünü örtme girişimidir.
Bu olay, yalnızca birkaç öğrencinin değil, tüm yerleştirme algoritmasının değiştirildiği, dolayısıyla binlerce öğrencinin sıralamasının değiştiği bir sistem krizidir.
Gerçek çözüm, mağdurlara jest yapmak değil; bu manipülasyona neden olan mekanizmaların ortaya çıkarılması ve kamusal denetimin yeniden tesis edilmesidir.
Yıllardır yaşanan sınav yolsuzlukları, soru sızdırma skandalları, torpilli atamalar ve dijital manipülasyonlar her defasında “münferit vaka” denilerek geçiştirilmektedir. Oysa her “münferit vaka” söylemi, kamusal sorumluluğun üzerini örten politik bir kalkan işlevi görmektedir.
Eğitimde güvenliğin, adaletin ve denetimin olmadığı yerde, hiçbir başarı hikâyesi inandırıcı değildir. Gençler artık sınavdan değil, sistemden korkmaktadır. “Hak ettiğim sonuç gelir mi? Emeğim torpile yenilir mi?” soruları, bu ülkenin gençliğinin en yakıcı gerçeği haline gelmiştir.
Bir öğrencinin iki yıl boyunca verdiği emeğin, bir tuşla gasp edilmesi yalnızca bireysel bir mağduriyet değil, kamusal bir iflasın ilanıdır. Devletin en temel görevi olan kamusal güvenlik, piyasacı yaklaşımlar ve siyasi kayıtsızlık nedeniyle yok edilmiştir.
Bu olayda yaşanan, yalnızca tercih listelerinin değil, bir kuşağın umudunun, emeğinin ve geleceğe güven duygusunun çalınmasıdır.
Eğitim Sen olarak bir kez daha açıkça ifade ediyoruz:
Eğitimde dijitalleşme, kamusal denetimden yoksun olamaz. Tüm sınav ve yerleştirme süreçleri bağımsız, şeffaf ve kamu yararına yürütülmelidir. MEB, ÖSYM ve YÖK başta olmak üzere tüm kurumlar; bu olayda olduğu gibi sorumluluğu öğrencilere yükleyen değil, veriyi, adaleti ve emeği koruyan mekanizmalar kurmakla yükümlüdür.
Bu skandalın üzeri örtülmemeli, sorumlular bir an önce yargı önüne çıkarılmalıdır. Kamusal güvenliğin sağlanmadığı, adaletin işletilmediği bir düzende eğitimden, liyakatten ve eğitim hakkından söz edilemez.
Gençlerin çalınan umutlarını geri vermek, bu ülkenin hem hukuki hem de vicdani borcudur.
Eğitim Sen olarak, emeğin, adaletin ve kamusal güvenliğin sesi olmaya; gençlerin geleceğini savunmaya devam edeceğiz.
Eğitim-Sen







