
Türkiye’de bir dünya mirasının UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kabul edilmesinin 40’ıncı yılını kutluyoruz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın açıkladığı ‘Türkiye Yüzyılı’nın ana başlıklarından biri olan ‘Değerlerin Yüzyılı – Kadim Hazinemiz’ çerçevesinde Türkiye’nin belirlediği hedefler arasında yakın zamanda UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde ilk 10’a girmek de bulunuyor.
Geçtiğimiz hafta, Sardes Antik Kenti ve Bin Tepeler Lidya Tümülüsleri‘nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesi, hedef konusunda bir hayli şevk verdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ‘Kültürel’, ‘Doğal’ ve ‘Kültürel – Doğal’ kategorilerinde listeye girmeye lâyık birçok değerimizin dosyasını Dünya Miras Komitesi’ne sunmak için yoğun bir çalışma içerisinde bulunuyor.
Listeye geçtiğimiz hafta kabul edilen Sardes Antik Kenti ve Bin Tepeler Lidya Tümülüsleri, Türkiye’nin 22’nci gururu oldu.
Sözleşmeyi kabul eden üye devletlerin UNESCO’ya başvurusuyla başlayan, Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) ile Uluslararası Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) uzmanlarının başvuruları değerlendirmesi sonunda tamamlanan bir işlem dizisinden sonra aday varlıklar, Dünya Miras Komitesinin kararı doğrultusunda bu statüyü kazanıyor.
Günümüzde 1248 tane dünya mirası bulunuyor. Bunlardan; 972’si ‘Kültürel’, 235’i ‘Doğal’ ve 41’i ‘Kültürel – Doğal’ başlığı altında bulunuyor.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan 22 değerimiz şöyle;
♦ İSTANBUL TARİHÎ ALANLARI (İstanbul / 1985)
M.Ö. 7’nci yüzyılda kurulan İstanbul’un, kuzeyde; Haliç, doğuda; İstanbul Boğazı ve güneyde; Marmara Denizi ile çevrili kısmı, günümüzde ‘Tarihi Yarımada’ olarak anılıyor.
İstanbul, Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan stratejik konumu nedeniyle tarihi boyunca kentte hüküm süren uygarlıklar için daima çok önemli oldu. Bu özellikleriyle İstanbul, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük imparatorluklara başkentlik yaptı.
Bu görkemli geçmişiyle farklı dinleri, kültürleri, toplulukları ve bunların ürünü olan yapıtları benzersiz bir coğrafyada bir araya getiren İstanbul, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 4 bölge olarak dâhil edildi.
Bunlar;
♦ Hipodrom, Ayasofya-ı Kebir Camii Şerifi, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camisi ve Topkapı Sarayı’nı içine alan Sultanahmet Kentsel Arkeolojik Sit Alanı.
♦ Süleymaniye Camii ve çevresini içine alan Süleymaniye Koruma Alanı.
♦ Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma Alanı.
♦ İstanbul Kara Surları Koruma Alanı.
♦ DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI (Sivas / 1985)
Divriği ve civarında en erken yerleşim, Hititler Dönemi’ne kadar iniyor. Cami ve darüşşifa, Mengücekoğulları’nın yönetimi altında olduğu dönemde, Ahmet Şah ile eşi Turan Melek tarafından 1228 – 1229 yıllarında yaptırıldı.
İslam mimarisinin başyapıtları arasında yer alan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, iki kubbeli türbeye sahip bir cami ve ona bitişik bir hastaneden oluşuyor. Yapılar, mimari özelliklerinin yanı sıra, sergilediği zengin Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleriyle UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor.
♦ GÖREME MİLLÎ PARKI VE KAPADOKYA (Nevşehir / 1985)
Kuzeyde; Kızılırmak, doğuda; Yeşilhisar, güneyde; Hasan Dağı ve Melendiz Dağı, batıda; Aksaray ve kuzeybatıda; Kırşehir ile sınırlanan Kapadokya bölgesi, Kalkolitik Dönem’den beri devamlı yerleşim alanı oldu.
Alanın en önemli özelliği, Erciyes Dağı ile Hasan Dağı tüflerinin, rüzgar ve su aşındırması sonucunda oluşan olağanüstü kaya şekilleri, kışın ılık, yazın serin olan ve bu nedenle her mevsim için uygun iç iklim koşulları taşıyan kayaya oyma mekânlardan oluşması.
Göreme; özellikle 7’nci ila 13’ncü yüzyıllar arasında baskılardan kaçan Hristiyanlar için önemli bir yerleşim merkezi haline geldi. UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan alanlar içinde; Göreme Milli Parkı, Derinkuyu Yeraltı Şehri, Kaymaklı Yeraltı Şehri, Karain Güvercinlikleri, Karlık Kilisesi, Yeşilöz Theodoro Kilisesi ve Soğanlı Arkeolojik Alanı yer alıyor.
♦ HATTUŞA: HİTİT BAŞKENTİ (Çorum / 1986)
Hitit İmparatorluğu’nun başkenti olarak Anadolu’da yüzyıllar boyu çok önemli bir merkez oldu. Önceleri ilk sahipleri olan Hattiler tarafından ‘Hattuş’ olarak adlandırılan şehir, Hitit egemenliğine geçtikten sonra ‘Hattuşa’ adını aldı.
M.Ö. 1700’lerde Kuşşara şehrinin kralı Anitta tarafından alınan Hattuşa, yine Anitta tarafından yıkıldı. Yaklaşık yüzyıl kadar sonra şehir, I. Hattuşili tarafından tekrar kurularak 400 yıldan uzun bir süre hüküm sürecek olan bir uygarlığın başkenti haline getirildi. Günümüzde görülebilen ve büyük çoğunluğu Büyük Kral IV. Tudhaliya dönemine ait olan kalıntılar arasında tapınaklar, kraliyet konutları ve surlar bulunuyor.
♦ NEMRUT DAĞI (Adıyaman / 1987)
Adıyaman’ın Kahta İlçesi’nde 2.150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı yamaçlarında hükümdarlık yapmış olan Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için yaptırdığı mezarı, anıtsal heykelleri ve benzersiz manzarasıyla Helenistik Dönemin en görkemli kalıntılarından biri olarak göze çarpıyor.
Anıtsal heykeller doğu, batı ve kuzey teraslarına yayılmış durumda. Doğu terası, kutsal merkez olup en önemli heykel ve mimari kalıntılar burada yer alıyor. İyi korunmuş durumdaki dev heykeller, kireçtaşı bloklarından yapılmakla birlikte yükseklikleri, 8 – 10 metre arasında değişiyor. Varlığı bilinmekle beraber kral mezarı, henüz keşfedilemedi.
♦ HIEROPOLIS – PAMUKKALE (Denizli / 1988)
Çaldağı’nın güney eteklerinden gelen kalsiyum oksit içeren suların oluşturduğu görkemli beyaz travertenlerle, geç Helenistik ve erken Hıristiyanlık dönemlerine ait kalıntılar içeren Hierapolis arkeolojik kenti, antik çağlardan bugüne kadar ulaşan en çarpıcı merkezlerden biri. Denizli’ye 2 km. uzaklıkta bulunan bu alan, ayrıca çok çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğine inanılan şifalı sularıyla küresel üne sahip.
Antik kentin M.Ö. 2’nci yüzyılda Bergama krallarından II. Eumenes tarafından kurulduğu, adını ise Bergama’nın kurucusu Telephos’un eşi Heira’dan aldığı düşünülüyor. Eski kaynaklara göre; metal ve taş işlemeciliği, dokuma kumaşlarıyla ünlü olan kent, Büyük Konstantin döneminde Frigya bölgesinin başkentliğini yapmakla birlikte Bizans döneminde Piskoposluk merkezi oldu.
♦ XANTHOS – LETOON (Muğla / 1988)
Fethiye’ye 46 kilometre uzaklıkta, Kınık köyü yakınlarında bulunan Xanthos, Antik Çağda Likya’nın en büyük idari merkeziydi. M.Ö. 545’te Perslerin egemenliğine girene kadar bağımsız olan kent, bundan yaklaşık olarak yüz yıl kadar sonra tamamıyla yandı. Bu yangından sonra tekrar inşa edilen kent, M.Ö. 2’nci yüzyılda Likya Birliği’nin başkenti olma görevini üstlendi.
Kent; daha sonra Romalıların, ardından Bizans egemenliğine girdi. 7’nci yüzyıldaki Arap akınlarına kadar Bizans egemenliğinde kaldı. Xanthos – Letoon’daki yapılarda; Likya gelenekleri, Helenistik ve Roma dönemi etkileri görülüyor.
♦ SAFRANBOLU (Karabük / 1994)
Safranbolu, coğrafi konumu nedeniyle çok eski devirlerden beri yerleşim gördü. 14’üncü yüzyılın başlarından bu yana Türklerin hakimiyetinde olan Safranbolu, özellikle 18’inci yüzyılda Asya ve Avrupa arasındaki ticaretin önemli bir merkezi oldu. Türk kentsel tarihinin bozulmamış bir örneği olan Safranbolu; geleneksel şehir dokusu, ahşap yığma evleri ve anıtsal yapılarıyla bütünü sit ilan edilmiş ender yerleşim yerlerinden biri.
♦ TROYA ARKEOLOJİK ALANI (Çanakkale / 1998)
Dünyadaki en ünlü antik kentlerden biri olan Troya’da görülen 9 katman, kesintisiz olarak 3 bin yıldan fazla bir zamanı göstermekte ve Anadolu, Ege ve Balkanların buluştuğu bu benzersiz coğrafyada yerleşmiş olan uygarlıkları izlememizi sağlıyor. Troya’daki en erken yerleşim katı, M.Ö. 3000 – 2500 ile erken Tunç Çağı’na tarihleniyor.
Daha sonra sürekli yerleşim gören Troya’nın katmanları, M.Ö. 85 – M.S. 8’inci yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi ile sona eriyor. Troya, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle burada hüküm süren uygarlıkların diğer bölgelerle ticari ve kültürel bağlantıları açısından daima çok önemli bir rol üstlendi. Troya, ayrıca gösterdiği kesintisiz katmanlaşmayla Avrupa ve Ege’deki diğer arkeolojik alanlar için referans görevi görüyor. İlk olarak 1871’de Heinrich Schliemann, daha sonra W. Dörpfeld, C.W Blegen tarafından kazılmış olan bu görkemli arkeolojik şehirde kazılar, kesintisiz olarak sürdürülüyor.
♦ SELİMİYE CAMİİ VE KÜLLİYESİ (Edirne / 2011)
İstanbul’un fethinden önce Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan Edirne’nin en önemli anıtsal eseri olan, şehrin siluetini taçlandıran Selimiye Camii ve Külliyesi, 16’ncı yüzyılda Sultan II. Selim adına yaptırıldı. Teknik mükemmelliği, boyutları ve estetik değerleriyle döneminin ve sonraki zamanların en muhteşem eseri olan camii ve külliye, Mimar Sinan’ın ustalık dönemi eseri, mimarlık sanatının en görkemli örneklerinden biri ve insanın yaratıcı dehasının bir başyapıtı olarak kabul ediliyor.
Selimiye Camii, ince ve zarif 4 minareye sahip büyük kubbesiyle görkemli bir yapı olarak küresel bilinirliğe sahip.
İç tasarımında kullanılan, döneminin en iyi örnekleri olan taş, mermer, ahşap, sedef, özellikle çini motifleri, ince işçilikleriyle kubbe, kemerlerindeki kalem işleri, mermer döşemeli avlusu ve yapıyla bağlantılı el yazması kütüphanesi, eğitim kurumları, dış avlusu ve arastasıyla bir sanat türünün zirvesini temsil ediyor.
♦ ÇATALHÖYÜK NEOLİTİK ALANI (Konya / 2012)
İnsanlığın gelişiminde önemli bir evre olan yerleşik toplumsal hayata geçişle birlikte, tarımın başlangıcı, avcılık gibi önemli sosyal değişim ve gelişmelere tanıklık eden Çatalhöyük Neolitik Kenti, Güney Anadolu Platosu’nda yaklaşık 14 hektarlık bir alan üzerinde yer alıyor.
İki höyükten oluşan Çatalhöyük Neolitik Kenti’nin daha uzun olan Doğu Höyüğü, M.Ö. 7.400 ila 6.200 yılları arasına tarihlenen 18 Neolitik yerleşim katmanından oluşuyor. Söz konusu katmanlarda, sosyal örgütlenmeyi ve yerleşik hayata geçişi simgeleyen duvar resimleri, rölyefler, heykeller ve diğer sanatsal öğeler yer alıyor. Batı Höyüğü ise M.Ö. 6.200 ila 5.200 arasına tarihlenen Kalkolitik Döneme ait kültürel özellikler gösteriyor. Bu özellikleriyle Çatalhöyük, aynı coğrafyada 2 bin yıldan fazla bir süredir var olan köylerden kentsel hayata geçişin de önemli bir kanıtı olma özelliğine sahip.
Çatalhöyük’teki içlerine çatılardan girilen birbirine bitişik evlerle sokağı olmayan yerleşim yeri, ünik bir özellik sergiliyor. Orta Doğu ve Anadolu’da diğer Neolitik alanlar bulunmuş olmasına rağmen, Çatalhöyük Neolitik Kenti; kalıntıların boyutu, yaşayan toplumun yoğunluğu, güçlü sanatsal ve kültürel gelenekler ve zaman içindeki sürekliliğin benzersiz bileşimiyle olağanüstü evrensel bir değer taşıyor.
♦ BURSA VE CUMALIKIZIK: OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN DOĞUŞU (Bursa / 2014)
Dünya Miras alanı, Orhangazi Külliyesi ve çevresini içine alan Hanlar Bölgesi; Hüdavendigar (I. Murad) Külliyesi, Yıldırım (I. Bayezid) Külliyesi, Yeşil (I. Mehmed) Külliye, Muradiye (II. Murad) Külliyesi ve Cumalıkızık Köyü olmak üzere 6 bileşenden oluşuyor.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk başkenti olarak kurulan ve külliyelerle şekillenen Bursa’nın tarih boyunca sahip olduğu önemli ticari rolü, kentteki büyük hanlar, bedesten ve çarşılarla ortaya konuluyor. Hanlar Bölgesi; 14’üncü yüzyıldan bu yana kent ekonomisinin kalbi oldu. Erken dönem Osmanlı kentine istisnai bir örnek olan Bursa’nın kentleşme modeli, daha sonra kurulan Osmanlı-Türk kentlerine örnek teşkil etti.
Cumalıkızık Köyü ve çevresindeki diğer vakıf köylerinin, payitaht Bursa’nın kent merkezindeki hanlar ve külliyelerle ekonomik ilişkileri, Osmanlı’nın bütün kurumlarıyla bir beylikten imparatorluk haline dönüşmesine önemli bir katkı sağladı.
Bursa ve Cumalıkızık bugün hâlâ yaşayan ticari kültürü ve kente oldukça yakın kırsal yaşamın devamlılığıyla birlikte erken dönem Osmanlı yaşam şekli ve vizyonuna iyi bir örnek olarak kabul ediliyor.
♦ BERGAMA ÇOK KATMANLI KÜLTÜREL PEYZAJ ALANI (İzmir / 2014)
Helenistik, Roma, Doğu Roma ve Osmanlı dönemlerine ait katmanları içerisinde barındıran Bergama Çok Katmanlı Kültürel Peyzaj Alanı; Pergamon (Çok katmanlı kent), Kibele Kutsal Alanı, İlyas Tepe, Yığma Tepe, İkili, Tavşan Tepe, X Tepe, A Tepe ve Maltepe Tümülüsleri olmak üzere 9 bileşenden oluşuyor.
Kale Dağı’nın tepesindeki antik Pergamon yerleşimi, anıtsal mimarisiyle Helenistik dönem şehir planlamacılığının en iyi örneğini temsil ediyor. Athena Tapınağı, Trajan Tapınağı, Helenistik dönemin en dik tiyatro yapısı, kütüphane, Heroon, Zeus Sunağı, Dionysos Tapınağı, agora ve gymnasion yapıları bu planlama sisteminin ve dönem mimarisinin en seçkin örnekleri olarak karşımıza çıkıyor.
Helenistik Bergama Krallığının başkenti olan Bergama, önemli bir eğitim merkeziydi. Daha sonra Roma İmparatorluğu’nun Asya Eyaleti başkenti de olan Bergama, döneminin en önemli sağlık merkezlerinden Asklepion’a ev sahipliği yaptı.
Çevresindeki kültürel peyzajla birlikte Helenistik ve Roma Dönemleri’ne ait pek çok istisnai örneği içerisinde barındıran Bergama, özellikle Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait katmanlar üzerinde yayılmış olan Osmanlı dönemi mimarisine ait pek çok cami, han, hamam ve ticari merkeziyle de önemini koruyor.
♦ DİYARBAKIR KALESİ VE HEVSEL BAHÇELERİ KÜLTÜREL PEYZAJI (Diyarbakır / 2015)
Diyarbakır Kalesi, bölgede hüküm süren medeniyetlerin, kültürlerin ve dönemin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenerek özgünlüğünü ve 7 bin yıllık tarihsel varlığını sürdürüyor. Diyarbakır Kalesi’nin surları ve burçları hâlâ orijinal ve özgün kültür varlıkları olarak yaşamakta olup, dünya tarihi için önemli evrensel bir miras olma özelliği taşıyor.
Hevsel Bahçeleri; bahçe kültürünün çok önemli olduğu bir coğrafyada yer alan tarihi boyunca halkın kullanımına açık sivil bir bahçe olarak özgün bir değer ortaya koyuyor. 30’dan fazla uygarlığın izlerini taşıyan bu bölgede 8 bin yıl gibi çok uzun süredir bahçe olarak var olmasıyla, tarımsal değerinin dışında, kültürel ve tarihi olarak da özgün bir yere sahip.
♦ EFES (İzmir / 2015)
Efes; Çukuriçi Höyük, Ayasuluk Tepesi (Selçuk Kalesi, St. John Bazilikası, İsa Bey Hamamı, İsa Bey Camii, Artemision), Efes Antik Kenti ve Meryem Ana Evi olmak üzere 4 bileşenden oluşuyor. Antik dönemin en önemli merkezlerinden biri olan Efes, tarih öncesi dönemden başlayarak Helenistik, Roma, Doğu Roma, Beylikler ve Osmanlı dönemleri boyunca yaklaşık 9 bin yıl kesintisiz yerleşim görmüş ve tarihinin tüm aşamalarında çok önemli bir liman kenti ve kültürel ve ticari merkez oldu.
Helenistik ve Roma Dönemi’nin üstün kentleşme, mimarlık ve dini tarihine ışık tutan simgeleri barındıran Efes’te farklı dönemlere ait en üstün mimari ve kent planlama örnekleri bulunuyor. M.Ö. 8’inci yüzyıla tarihlenen ve Antik dönemin 7 harikasından biri olarak ünlenen kült merkezi Artemision, Efes’te yer alıyor.
Meryem’in Hz. İsa’nın annesi olarak kabul ve ilan edildiği 431 tarihli Ekümenik Konsülün gerçekleştiği yer olan Meryem Kilisesi, Hristiyanların haç merkezi olarak büyük ilgi görüyor. Hz. İsa’nın havarilerinden biri olan ve Yahya İncili’ni Efes’te yazan St. John’ın mezarı üzerine inşa edilen Bazilika gibi Erken Hristiyanlık dönemine şahitlik eden benzersiz eserleri ve Beylikler döneminde inşa edilen İslam yapılarıyla Efes, aynı zamanda dini tarih açısından da bugün hâlâ ayakta olan benzersiz bir birikim sunuyor.
♦ ANİ ARKEOLJİK ALANI (Kars / 2016)
Ani Arkeolojik Alanı, Erken Demir Çağı’ndan 16’ncı yüzyıla kadar yerleşimin sürekli olduğu, Orta Çağ’ın şehircilik, mimarlık ve sanat açısından gelişiminin tüm zenginlik ve çeşitliliğinin bir arada görüldüğü çok kültürlü bir İpek Yolu yerleşimi olarak öne çıkıyor.
İçkalede 4’üncü yüzyıldan başlayan yerleşim, kapalı kent modelinden, açık kent modeline geçişin bölgedeki ilk örneğini belgelemesi bakımından bir hayli önemli. Yerleşimin yoğun ticaret akslarının üzerinde yerleşmesi, ilerleyen zamanlarda çok kültürlü bir ticari merkez olarak gelişmesine neden oldu. Bu da kenti; Ermeni, Gürcü, Bizans ve Selçuklu kültürlerinin buluşma noktası haline getirdi.
Bu karşılıklı kültürel etkileşimin sonucu olarak ortaya çıkan mimari tasarım fikirleri, inşaat malzemeleri ve teknikleri ve dekorasyon ayrıntıları ise daha sonra tüm Anadolu’ya ve Kafkasya’ya yayılacak olan Ani’ye özgü bir mimari dilin oluşumuna neden oldu.
♦ APHRODISIAS ANTİK KENTİ (Aydın / 2017)
Aydın ili, Karacasu ilçesi, Geyre Mahallesi sınırları içinde yer alan Aphrodisias Antik Kenti, Menderes Irmağı’nın bir kolu olan Dandalaz Çayı’nın oluşturduğu bereketli vadide, denizden yaklaşık 600 metre yükseklikte bir plato üzerinde yer alıyor.
Tarih boyunca, içinde bulunduğu nehir havzasının doğal özelliklerinden beslenen kentin, Antik Dönem’deki en büyük zenginlik kaynağını ise kentin kuzeyinde, Babadağ eteklerinde yer alan mermer ocakları sağladı.
Yerleşim tarihi M.Ö. 5 bin yıl ortalarına kadar uzanan Aphrodisias, M.Ö. 6’ncı yüzyılda küçük bir köy görünümündeyken, M.Ö. 2’nci yüzyılda Menderes Vadisi’ndeki yoğun şehirleşme döneminde kent devleti (polis) statüsü kazandı. M.Ö. 1’nci yüzyılda Roma ile yakın ilişkilere sahip olan Aphrodisias, daha sonra Roma İmparatoru olarak Augustus ünvanını alacak olan Octavian tarafından; “Tüm Asya’dan kendime bu kenti seçtim” sözleriyle koruma altına alınmış ve Roma Senatosu tarafından M.Ö. 39’da vergi muafiyeti ve özerklik gibi ayrıcalıklar tanındıktan sonra hızla gelişmeye başladı.
Aphrodisias’ın arkeolojik önemi, Geç Helenistik Dönem’den Roma ve Bizans dönemlerine kadar süren yoğun bir fikir ve değer alışverişini gözler önüne seren, büyük ölçüde mermerden inşa edilmiş yapıların ve bunlarla ilişkili kabartma ve yazıtların istisnai ölçüde iyi korunmuş olmasından geliyor.
Aphrodisias, M.S 1 – 5’inci yüzyıllar arasında bütün Akdeniz dünyasında büyük üne kavuşan, başta Roma olmak üzere, İmparatorluğun dört bir yanında imzalarını taşıyan eserleri bulunan heykeltıraşlar yetiştirdi. Mermer ocaklarının kente eşine az rastlanır derecede yakın olması, Aphrodisias’ın mermer heykel sanatı için yüksek kaliteli bir üretim merkezi haline gelmesinin önemli bir nedeni.
Bu özelliği sayesinde Roma İmparatorluğu’nun Asya Eyaleti’nde, dönemin mermer sanatı ve mimarisinin tüm yönleriyle araştırılıp anlaşılmasını sağlayan kentlerden biri oldu. Kente adını veren ve kent kimliğinin gelişiminde önemli rol oynayan Aphrodite, kutsal alanının ve kentteki özgün Aphrodite kültünün de Akdeniz Havzasında geniş bir alanı kültürel açıdan etkilediği biliniyor.
♦ GÖBEKLİTEPE (Şanlıurfa / 2018)
Göbeklitepe Arkeolojik Alanı, Şanlıurfa kent merkezinin 18 kilometre kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında bulunuyor.
Alan, 1963’te İstanbul Üniversitesi ile Chicago Üniversitesi’nin ortaklığıyla gerçekleştirilen bir yüzey araştırması sırasında keşfedilerek, ‘V52 Neolitik Yerleşimi’ olarak tanımlandı. Alanın gerçek değeri, 1994’ten sonra başlatılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkmaya başladı. Bu çalışmalar sonrasında, Göbeklitepe’nin 12 bin yıl öncesine uzanan bir kült merkezi olduğu anlaşıldı.
Göbeklitepe’de; çapları 30 metreyi bulan yaklaşık 20 yuvarlak ve oval yapının ortasında 2 adet ‘T’ biçimli, 5 metre yüksekliğinde, kireçtaşından bağımsız sütun yer alıyor. Yapıların iç duvarlarında da daha küçük sütunlar bulunuyor.
Göbeklitepe ile ilgili bahsi geçen bilimsel veriler, arkeoloji çalışmalarında Neolitik dönemle ilgili kuramsal çerçevenin ve tarihlendirmelerin yeniden değerlendirilmesini gerektiren önemli bilgiler veriyor. Göbeklitepe’nin, konumu, boyutları, tarihlendirilmesi ve yapılarının anıtsallığıyla Neolitik dönem için ünik bir kutsal alan olduğu anlaşılmıştır. Alan, 12 bin yıl boyunca doğal çevresi içinde dokunulmadan kaldığından önemli arkeolojik buluntular vermektedir.
♦ ARSLANTEPE HÖYÜĞÜ (Malatya / 2021)
Malatya’nın 7 kilometre kuzeydoğusunda, Fırat Nehri’nin (Karakaya Baraj Gölü) batı kıyısı yakınındaki Orduzu Beldesi’nde yer alan Arslantepe Höyüğü’nün kültür dolgusu, 30 metre yüksekliğinde olup 4.5 hektarlık bir alana yayılıyor. M.Ö. 6 bin yıllarından, M.S. 11’inci yüzyıla kadar yerleşim görmüş olup M.S. 5’inci – 6’ncı yüzyıllar arasında Roma köyü olarak kullanılmış olup Bizans Nekropolü (mezarlık) olarak yerleşimini tamamladı.
Arslantepe’de ilk kazılara 1930’lu yıllarda Louis Delaporte başkanlığında bir Fransız ekip tarafından başlanmış olup daimi kazılar, İtalya’nın Roma kentinde bulunan ‘La Sapienza Üniversitesi’nde bir ekip tarafından 1961’den bu yana devam ettirildi.
Höyükte yapılan kazılar sonucunda; M.Ö. 3300 – 3000 yıllarına ait bir kerpiç saray, M.Ö. 3.600 – 3.500’lere ait tapınak, iki bini aşkın mühür baskısı, kaliteli metal eserler bulundu. Elde edilen veriler göstermektedir ki o dönemde Arslantepe, aristokrasinin doğduğu ve ilk devlet şeklinin ortaya çıktığı resmi, dini ve kültürel bir merkezdi.
Sarayın koridor duvarları, baskı motif ve duvar resimlerle bezenmiş. Binanın çeşitli bölümlerinde çok sayıda mühür baskısının bulunması, idari etkinliklerin yoğunluğunu ve çok sayıda memurun çalıştığını ortaya koyuyor. Höyük, Yakın Doğu’da ilk devlet toplumunun ortaya çıkışına istisnai biçimde tanıklık ediyor.
♦ GORDION (Ankara / 2023)
Doğudaki; Asurlular, Babilliler, Hititler ve batıdaki; Yunanlılar, Romalılar gibi büyük imparatorlukların kesişme noktasında yer alan Gordion, Ege ve Akdeniz’i Yakın Doğu’ya bağlayan neredeyse tüm ticaret yolları üzerinde stratejik bir konuma sahip.
Yaklaşık olarak M. Ö. 2.500 yıllarında (Erken Bronz Çağı) Gordion’da başlayan yerleşim günümüzde antik kentin bitişiğinde yer alan Yassıhöyük mahallesinde halen devam etmektedir. 4.500 yıllık uzun bir zaman dilimi süresince Gordion ve çevresindeki yerleşim çok az kesintiye uğramış. Bu durum da alanın 4.500 yıllık yerleşim tarihi ile Gordion’u dünyanın en uzun süre yerleşimin görüldüğü nadir alanlarından biri yapıyor.
Frigya’nın politik ve kültürel merkezi olan Gordion ve çevresi, tanıklık ettiği Frig uygarlığının değerlendirilmesi için sahip olunan değerli bir arkeolojik alan. Gordion ve çevresinde çok az sayıda Frig yazıtı bulunduğundan, Frig uygarlığına ilişkin bilgiler öncelikle arkeolojik kanıtlar sayesinde elde edildi. Bu bakımdan Gordion, Frig kültürünü anlamak adına anahtar bir alan konumunda bulunuyor.
Gordion, kraliyet gücünün ve insan kaynaklarının hâkimiyetinin çok yönlü mimari ifadesini gösteren M.Ö. 9’uncu yüzyıl Erken Frig kalesinin surları ve anıtsal yapıları ile çok iyi korunmuş mozaik ve tekstil ürünleri o dönem için Anadolu’daki eşsiz birer örnek.
Bölgenin peyzajı, yoğun tümülüslerle benzersiz bir şekilde ayırt ediliyor. Kraliyet ve seçkin sınıf mezarları (Tümülüsler) bölgede M.Ö. 9’uncu yüzyıldan M.Ö. 3’üncü yüzyıla kadar uzanan süreç boyunca görülmektedir.
Bunlardan biri olan Büyük Tümülüs (Tümülüs MM) 53 metre yüksekliğe erişmekte ve dünyanın üçüncü büyük Tümülüsü olarak nitelendirilmektedir. Özellikle Tümülüs MM’in altındaki ahşap mezar odasının günümüze kadar bozulmadan, sağlam bir durumda ulaşmasının hiçbir yerde benzeri bulunmuyor.
♦ ANADOLU’NUN ORTA ÇAĞ DÖNEMİ AHŞAP HİPOSTİL CAMİİLERİ (2023)
Seri varlığımızı oluşturan bileşenler, 5 farklı ilde yer alıyor. Seri alan; Anadolu’da 13’üncü yüzyılın sonu ile 14’üncü yüzyılın ortaları arasında inşa edilen ve her biri Türkiye’nin farklı bir bölgesinde bulunan beş hipostil camiden oluşuyor.
Bunlar; Afyonkarahisar Ulu Camii (1272 – 1277), Eskişehir Sivrihisar Ulu Camii (1274 – 1275), Ankara Ahi Şerefeddin Arslanhane Camii (1289 – 1290), Konya Beyşehir Eşrefoğlu Camii (1296 – 1299) ve Kastamonu Kasaba Köyü Mahmut Bey Camii’dir (1366 – 1367).
Düz ahşap tavanın mukarnaslı veya devşirme sütun başlıklı ahşap direkler tarafından taşındığı benzersiz bir ahşap yapı sisteminde inşa edilen 5 cami, İslam mimarisinin gelişiminde önemli bir yer teşkil eden belirli bir yapı türünün seçkin örneklerini temsil ediyor.
Eşrefoğlu Camii
Seri alanımızın bileşenlerini oluşturan 5 cami, bazı ortak mimari özelliklere ve tarihi bağlantılara sahip olmaları ve konum, kullanım / işlev, tasarım ve malzeme açısından özgünlüklerini büyük ölçüde korumaları sebebiyle hipostil tipi ahşap caminin en iyi korunmuş ve erken örneklerini temsil eden bir grup olarak değerlendiriliyor.
Mahmutbey Camii
Seri varlığımızın bileşenlerini oluşturan camiler; kapılar, minberler, sütunlar, sütun başlıkları, tavan kirişleri ve konsollar dâhil olmak üzere mimari donanım ve mobilyalarda ustaca kullanılan ahşap oymacılığı ve işçiliği açısından da oldukça önemli.
Ulu Camii
♦ SARDES ANTİK KENTİ VE BİN TEPELER LİDYA TÜMÜLÜSLERİ (Manisa / 2025)
Sardes Antik Kenti, Demir Çağı Lidya Krallığının başkentiydi. Batı Anadolu’yu hakimiyeti altına almış bir imparatorluğun başkenti, sikkenin doğum yeri ve adı hayal bile edilemeyecek zenginlikle özdeşleşen Krezüs’ün (Karun) vatanı olan Sardes, antik dünyanın önde gelen şehirleri arasında yer almaktaydı. Şehir, kent planlaması konusunda emsalsiz olup, Mezopotamya dışındaki en büyük savunma duvarıyla çevrelendi.
Günümüze kadar korunan dünyanın belki de en görkemli İon düzeni tapınaklarından birine ev sahipliği yapan antik kent, korunmuş Roma yapıları içerisinde anıtsal bir hamam – gymnasium kompleksi ve antik dünyanın en büyük havrasına sahip. Lidyalıların başkenti ve tek şehri olan Sardes’ten başka hiçbir şehir ortadan kalkmış bu uygarlıkla doğrudan bağlantılı değil.
Marmara Gölü’nün güney kenarında yer alan ve Lidya tümülüs mezarlık alanı olan Bin Tepeler, dünyanın en büyük tümülüs alanı. Lidya tümülüsleri, M.Ö. 6’ncı ve 5’inci yüzyıllarda bu peyzajın önemini ortaya koyan unsurlar. Kraliyet mezarlığı olarak Sardes’e sıkı bir şekilde bağlı olan Bin Tepe, daha erken ve daha geç dönemlere tarihlenen kalıntılarıyla Lidya dönemine ait sadece bir mezarlık alanı değil, kültürün devamını gösteren bir anıt.
Kaynak: Habertürk