Okul çağındaki çocuklar arasındaki sorunların başında akran zorbalığı geliyor. Dünya geneline bakıldığında, UNICEF’in verilerine göre; 15 yaş ve üzeri genç nüfusta akran zorbalığı gördüğünü söyleyenler arasında Letonya, yüzde 29.2’lik oranla ilk sırada yer alıyor. Türkiye ise yüzde 26.4 ile 4’üncü sırada bulunuyor.
Çocuklar ve gençler arasında giderek artan akran zorbalığı, öğrencilerin hem okul başarılarını hem de sosyal yaşamlarını olumsuz etkileyen önemli bir toplumsal sorun.
Geçtiğimiz günlerde; 500 erkek lise öğrencisiyle akran zorbalığına dair dikkat çekici bir saha araştırması yapıldı. Araştırmada öğrencilerin yüzde 58’inin zorbalık sürecine bir şekilde dahil olduğu ortaya çıktı. Prof. Dr. Oğuz Polat, “Her üç öğrenciden biri hem zorba hem de mağdur konumunda. Bu grup, depresyon, kaygı ve stres açısından en kırılgan kesim” diyerek çarpıcı tabloya dikkat çekti
“Zorbalık okulda değil, ailede başlar” mottosuyla dikkat çeken ‘Bağlantı Hatası’ adlı sinema filmi tam da bu konuyu işleyerek ebeveynlerin çocuk yetiştirirken ne kadar iyi birer rol model olduğunu sorgulamaya davet ediyor. Film, lise çağındaki gençlerin sıklıkla maruz kaldığı zorbalıkları ve büyüme sancılarını samimi bir şekilde ele alırken, aile içindeki dinamiklerin gençlerin kişilikleri ve davranışları üzerindeki derin etkisini çarpıcı bir sinema diliyle yansıtıyor.
Ali Kobanbay‘ın senaryosunu yazdığı, Gökçen Usta‘nın yönettiği Böcek Film yapımı ‘Bağlantı Hatası’nda başrolleri; Onur Tuna, Belçim Bilgin, Reyhan Asena Keskinci, Timur Acar ve Ali Barkın paylaştı. Gösterime 31 Ekim’de giren filmde ‘Merve’yi canlandıran Belçim Bilgin ile ‘Alper’e hayat veren Onur Tuna, Habertürk‘e verdikleri röportajda; kendilerinin uğradığı zorbalıktan, son günlerin tartışma konusu olan ‘Oyunculuk kutsal bir meslek midir?’e kadar birçok konuda; bilgilerini, deneyimlerini ve duygularını içeren çarpıcı açıklamalarda bulundu.
“ZORBALIK MESELESİNİ İRDELEYECEK”
♦ Teklif geldiği zaman özellikle hangi özellikleri sizi heyecanlandırdığı için “Ben bu işte olmalıyım” dediniz?
Belçim Bilgin: Tabii ki bir ebeveyn zorbalık meselesini irdeleyecek olması, bu konuyu tartışmaya açma umudu bana çok anlamlı geldi. Bu konunun tartışılmaya başlanması benim için çok anlamlıydı. Dolayısıyla tabii ki bir yandan ilk dizisinde birlikte çalıştığımız yönetmenimizin Gökçen Usta, yapımcımızın ise Ömer Faruk Sorak olması da “Bu işte varım” dememdeki önemli etmenler oldu. Onur ile ilk defa bu projeyle birlikte çalıştık ama kendisinin sonsuza kadar benim partnerim olmasını isterim. Böyle keyifli bir ekiple yankı uyandırabilme imkânı olduğu için hiç düşünmeden bu filmin bir parçası olmak istedim.
Onur Tuna: Derdi olan bir hikâye olduğunu düşünüyorum. Bu tarz hikâyeler okuduğumda heyecanlanıyorum. Çünkü ezberin dışına çıkan ya da herkese dokunabilecek, unutmayacağımız bir film. Herkesin zorbalığa uğradığını düşünüyorum. Ve insani bir açıdan da senaryoyu okurken değerlendirdiğimde kendimin de gençken zorbalığa uğradığım zamanlar, keza zorbalık yaptığım zamanlar ya da ebeveynlerin aslında çocuklara iyi davranmaya çalışırken ne derece zorbalaştıklarını hayal etmeye başladım. Dedim ki; “Bu bayağı derdi olan bir iş.” Ve benim için de Gökçen Usta ve Ömer Faruk Sorak çok değerli. Belçim’de de o enerjiyi görünce dedim ki; “Tamam, bu iş güzel bir iş.” Neresinden tutarsak tutalım ya da olumlu – olumsuz nereye giderse gitsin taşın altına elimi koyabileceğim bir film.
“ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK HASTALIĞI”
♦ İzleyicilerin filmi izledikten sonra salondan özellikle hangi duygularla çıkmasını umarsınız?
Belçim Bilgin: Zorbalık meselesinin, empati kuramamanın ve iletişimsizliğin bu çağın en büyük hastalığı olduğunu düşünüyorum. Kişilerin bambaşka bir bakış açısıyla kendilerini ve çocuklarıyla olan ilişkilerini sorgulaması ebeveynler açısından, gençler açısından kendilerini anlatabildikleri bir film çektik. Umarım, izleyicilere bir ayna görevi görmüş olur.
Onur Tuna: Hepimizin bildiği bir jenerasyon durumu var şu an… Teknolojiyle de beraber nesiller arasında ciddi bir kopukluk oluşmaya başladı. Hatta birbirlerine sıfatlar takmaya başladılar. Herkes kendi çocuğunun kahramanı olmak ister ya… Yani iyi ebeveyn olmak ister ya da hatalarını görmez, hep kendini iyi ebeveyn olarak bilmek ister. Filmin, ebeveynlerin çok işine yarayacağını düşünüyorum. Çünkü hatalı olan hatasını direkt olarak görecektir. İyi bir aile olmaya çalışırken de toksikleşen insanlar için de bence ‘Bağlantı Hatası’, iyi bir film.
“DIŞ DÜNYANIN MANİPÜLASYONU Z KUŞAĞINI ETKİLİYOR”
♦ Kuşaklar arasında her zaman çatışma yaşanmıştır ama Z kuşağı ile bir önceki kuşak olan Y kuşağı arasındaki makasın daha da açıldığını düşünüyorum.
Belçim Bilgin: Aynı evde, aynı havayı solurken ve her şey birbirine beden bedene çok yakınken aralarındaki mesafe görünmeyecek kilometreler kadar uzak olabilir. Benim de ‘Bağlantı Hatası’nda en dikkatimi çeken unsur, ebeveynlerle çocukları arasında her şey çok güzel görünürken birbirleri arasındaki kopukluk oldu. Dolayısıyla evet, buraları irdelemek ve gözden geçirmek belki bir şeyleri sağlamlaştırmak adına bir motivasyon sağlayabilir.
Onur Tuna: Her dönemin kendine ait problemleri olduğunu düşünüyorum. Problem hep olacak ve bunları çözüme ulaştıracağız. Z kuşağıyla alakalı eleştirilecek tabii ki birçok nokta var ama eleştirmeden önce kendimize; “Bunu neden yaptı?” sorusunu sormamız gerekiyor. Gelişen teknolojiyle beraber ve dış dünyanın manipülasyonu, bence taş olsa da insanı çatlatır. Dolayısıyla hayata atılmaya çalıştıkları bir dönemde dış dünyanın manipülasyonunun Z kuşağını daha fazla etkiliyor olması kadar normal bir şey yok. Belki bunların içinden genç arkadaşların bazıları küçük bir uyanış gerçekleştirebilir. O da ne olabilir? Örneğin “Özgürlüğüm elimdeki cep telefonumla ölçülmemeli. Burada daha derin bir nokta olmalı. “Evet, bu bir araç olabilir ama içimdeki amaç daha yüksek bir yerde olabilir” gibi… O yüzden çocukları çok suçlayamıyorum. Çünkü ebeveynleri de görüyorum; “Engel olamadım verdim tableti” diyor. Ağabeyim, çok disiplinli bir adamdır ama o da verdi tableti.
“BU, ÇAĞIN BİR SONUCU”
♦ Örneğin çocuklar, cep telefonlarının fiyatıyla ilgili bile birbirlerine hava atmaya başlamışsa, bu yönde zorbalık yapıyorsa orada gerçekten ciddi bir sorun vardır…
Belçim Bilgin: Sosyal medyanın yarattığı o maskelerin meşrulaştığı bir yerde herkes elindeki araçları şov yapar gibi kullanıyor. Onur’un dediği gibi bunun için onları suçlayamayız. Bu, çağın bir sonucu aslında…. Daha derine doğru gitmek lâzım.
Onur Tuna: Galiba işi elinde tutan yetkili insanlar yani yetişkinler, bence çocukların ne yapmaya çalıştıklarını anlamalılar. “Neden bunu yapıyorlar, neden bu yarış içerisindeler?”i göz önünde bulundurmak gerekli. Çünkü bu yarışı kazananı akil ilan ediyoruz. Bu yarışı kazananı, kapitalde bir şekilde üste koyuyoruz ya da popüler ilan ediyoruz. Yeni tanımlarla trol olabiliyor, viral olabiliyor. Bazı uyanmış arkadaşlar varsa ömür boyu yapılabilecek, geliştirilebilecek herhangi bir branşın viral ya da troll olmaya ihtiyacı olmadığına hep inanmalarını isterim.
“SOSYAL MEDYA YABANCILAŞMADA BÜYÜK ETKEN”
♦ Peki sosyal medyanın zorbalığa yönlendirmesi, özendirmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Zira uzmanlar, sosyal medyanın zorbalığı özendirici bir unsur olduğu konusunda fikir birliği içindeler…
Belçim Bilgin: Zorbalık dilinin meşrulaştırılması konusunda hemfikirim. İnsanların kendilerini bir topluluğa ait hissetme güdüsüyle meşrulaşan; aşağılama, alay etme dilinin popüler hale gelmesini sağlaması ve insanın, insana yabancılaşmasında sosyal medya çok çok büyük bir etken.
“GELECEĞİ HAYAL EDEMİYORUM”
♦ Evet, bir de sosyal medya mecralarının özellikle çok iyi kontrol edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ki bu konuda bir hayli çalışma yapılıyor. Günün sonunda ebeveynlerin çocuklarını sosyal medyanın zararlı yönlerinden koruması elzem...
Belçim Bilgin: Çünkü orada kaçış yok. Yani orada yazılı olanlar yıllarca kalacak. Belki şanslıysa 24 saat kalır. Ne var ki herkes görmüş oluyor. Dolayısıyla yazılanlar, küçücük zorbalık çerçevesinde kalmıyor. Çok ciddi anlamda o çocuklarda yaraya neden olacak ve bunun yankısının bir ömür boyu sürebileceği izler bırakma potansiyeli var. Evet, zorbalık her türlü haliyle yanlış olduğu gibi sosyal medya mecralarının kendi yönetmeliklerinde yapacağı bazı değişiklikler, getirecekleri bazı kurallarla bir şekilde sınırlandırılarak zorbalık meşruluğu ortadan kalkmalı.
Onur Tuna: Bu, çok uzun yıllar önce başladı. Aplikasyon uzmanları, insanların optimum tüketim zamanlamalarını hesapladılar. 6 saniyelik video, 45 saniyelik story, 1 dakikalık reels gibi insanları kodladıklarını düşünüyorum. Ve özü zararlı. Hiçbir şey demeden bir tek şunu söyleyebilirim. Bu mecralarda; intihar eden, kendini kötü hisseden, ailesini bırakıp giden, tabancalarla fotoğraflar çektiren birçok çocuğu görüyoruz. Açıkçası iyi bir şey değil. “Çocuklar nereye gider?” sorusunu sorduğumuzda da geleceği çok fazla hayal edemiyorum.
“EN ÇOK KENDİMİ ZORBALADIM”
♦ Biz büyükleri olarak; “Hayat, sosyal medyadaki gibi değil. Bunu iyice anlayın” diyoruz. Umarım bu konuda top yekûn bir aydınlanma içinde olurlar. Siz hiç zorbalığa uğradınız mı?
Belçim Bilgin: Bizim sınıfımızda listeler yapılıyordu; sınıfın ‘En popüleri’, ‘En güzeli’, ‘En çirkini’ gibi… O listeler bana çok acımasız gelirdi. Listenin olumsuz tarafında kalanlara bazılarımız gider, gizli gizli sarılır, şefkat gösterirdik. Herhangi bir alanda farklılık gösterdiğim için uğradığım zorbalıklar oldu. Bunun izleriyle çok uzun süre baş etmek zorunda kaldım. Bir şekilde öteki hissettiğin her konu aslında zorbalığa uğrama konusunda açık bir yara gibi. Aslında oralar bizim kırılganlıklarımız. Tam tersi sağlıklı bir toplumda o zorbalığın sebebi olan şeyler, birbirimize daha çok bağlandığımız ve güçlü hissedeceğimiz alanlar olarak da yorumlanabilir.
Onur Tuna: İnsanlar, bir araya geldiklerinde bence kendilerini çok güçlü hissediyor. Yani birey olduklarını unutuyor olabilirler. Güç elde etmiş toplulukların da genelde kendinden daha az güçlü olan toplulukları zorbaladıklarını binlerce yıldır görüyoruz. Ülkeler, imparatorluklar, politikacılar v.s… Birçok zorbalama yöntemini aslında dünya, bize açıklıyor. Zorbandığım konusuna gelirsek; aslında kendimi en çok kendimin zorbaladığını düşünüyorum. Zorbalanmamak için; “O güruha nasıl dâhil olabilirim” ya da “O güruh, bana nasıl dokunamaz?”ı ararken yaşadığım anksiyete, yaşadığım korku belki de kendime yaptığım en büyük zorbalık olabilir. Çocukken hep korkuyla hareket etmek kendime yaptığım en büyük zorbalıktı.
Belçim Bilgin: Kesinlikle olağanüstü bir yorum…
“MESLEKİ AŞKIM ZORBALIĞI YENDİ”
♦ Uğradığınız zorbalıkların bıkkınlık oluşturmaması, tükenmişlik sendromuna neden olmaması için özellikle nasıl bir savunma sistemi geliştirdiniz?
Belçim Bilgin: Bıkkınlık oluşturmadı, tükenmişlik sendromuna sürüklemedi. Çünkü mesleğe olan aşk daha yüksek ölçüde çıktı. Oynamayı, başka başka karakterlere ruh verme çabasını çok seviyorum. Dolayısıyla, uğradığım zorbalıklar, mesleki aşktan daha büyük olamadı.
Onur Tuna: Meslek hayatımda çok zorbalandığımı düşünmüyorum ama usta – çırak ilişkisi vardır ya… Onu yaşıyorken zaman zaman haddimi bildiğim veya “Dur bakalım daha bunu konuşacak durumda değilsin” denilmesiyle belki de potansiyelimin bastırdığı anlar olmuş olabilir. Buna da saygı duyuyorum. Çünkü bu zamanla gelişen bir şey… Zamanla belki de insanlar, ortaya çıkardığınız ürünlere bakarak sizin bu konuda bilgili olduğunuza inanıyor ve aynı zekâda buluşabiliyorsunuz. Belki de doğru sohbet işte o zaman başlıyor. O sohbet başlayana kadar bazı anılarım var ama usta – çırak ilişkisinde ağabeylerimin beni zorbaladığını düşünmüyorum. Yine bu sistematik boyutta ben de kendimi geliştirmeden; “Onlara aynı seviyede bakmamalıyım, böyle bakmalıyım” demem bile belki de yine kendimi zorbalamam olabilir.
“ZORBALANMA SONRADAN DA İDRAK EDİLEBİLİYOR”
♦ Aslına bakılırsa zorbalandığımızın farkına çok sonraları da varabiliyoruz…
Belçim Bilgin: O anda tam hissetmeyip ama sonra; “Ben niye böyle hissediyorum? Bana şimdi niye böyle hissettirdi?” diye sonradan idrak da olabilir. Çünkü o anın gerçekliğiyle değerlendirdiğin için belki de zorbalandığını hissetmeyip sonradan hissettiğimiz anlar olabiliyor.
“BUNUN İÇİNDE SAÇMALAMAK DA VAR”
♦ Sosyal medyada popüler olmanın siz oyunculara zararları var mı?
Belçim Bilgin: Sosyal medyayla zararlarına dair konuşabilecek kadar ilişkim yok. Gerçekten benim için de hatıra olarak listemde kalsın dediğim bazı anların paylaşımı dışında çok fazla sosyal medyayla bir ilişkim yok ama sosyal medyanın bizim mesleğimize şu an geldiğimiz noktada ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Sadece burada değil, dünyada da öyle…. Önceki yıllarda oyuncuların gizli kalmakla ilişkili biraz mitsel bir hali vardı. Evet, ne kadar gizemli isen oynadığın rollerdeki inandırıcılık da bir o kadar etkili olurdu. Şimdi herkes her boyutuyla, her maskesiyle, her haliyle ortada. “Bu durum, gelecekte bambaşka sonuçlar yaratacak mı?” Bunu da zaman içerisinde daha çok göreceğiz. Ben yarattığını düşünüyorum.
Onur Tuna: İşe başladığımda sosyal medya yoktu. Benim de Belçim gibi sosyal medyayla fazla ilişkim yok. Günümüzde oyunculuğa etkisi ne olduğuna bakacak olursak; an itibariyle çok fazla ama iyi oyuncu olmaya etkisi nedir? Hiç…. Şimdi burada bir yine ayrım olduğunu düşünüyorum. Bu mecraları çok iyi kullanmak, tabii ki kapital içerisinde bir popülarizm yarattıktan sonra maddiyata dönüşebilir. Yapımcılar, buradaki ürünü giderek artan bir grafiğe sokmak isteyebilirler ama dediğim gibi çok uğraşırsanız sosyal medyayı çok iyi kullanabilirsiniz. Mesela çok iyi video katlayabilirsiniz. Yani bir şeyi sürekli tekrar etmek o konuda gelişmek anlamına geliyor ya ama bunun içinde saçmalamak da var.
“ONUN BENDE YARATTIĞI HEYECAN ÇOK YÜKSEK
♦ Şu sıralar hayatınızdaki en güzel gelişme nedir?
Belçim Bilgin: Oğlum… Oğlumun büyümesi. Geçtiğimiz yaz, bu anlamda enteresan bir yaz oldu. Oğlum, aralıkta 16 yaşında olacak ama bunu hiç sevmiyor. Ona kalsa 17… Geçtiğimiz yaz bir anda büyüdüğü bir dönem olduğunu söyleyebileceğim bir yaz yaşadık. Arkadaşlarıyla paylaşımları, birlikte geçirdikleri zamanlar, insan ilişkilerine verdiği değer başka bir boyuta geldi. Buna şahitlik etmek, benim için gerçekten olağanüstü bir mutluluk kaynağı. Meslek hayatımda da güzel zamanlar yaşıyorum. ‘Bağlantı Hatası’nın izleyicilerde nasıl izler bırakacağına dair büyük heyecan içindeyim. Ayrıca SHOW TV’de yayınlanacak olan ‘Bereketli Topraklar’da daha önce hiç oynamadığım türde bir kadın karakterini canlandırmanın heyecanının yaşıyorum. Biraz ‘Lady Macbeth’ gibi.. Onun bende yarattığı heyecan, çok yüksek bir enerji açıkçası. Onun nasıl karşılanacağını merakla bekliyorum.
Onur Tuna: Ben şu anda ‘En’leri koyamadım. Ben de ‘En’ yok. Tabii ki mutlu olduğum anlar var. Eğlendiğimiz, doğru ürün çıkardığımıza inandığımızda içimize gelen bir his var. Ben bu hislerin hepsini aynı noktaya koyabilirim. Yani ‘En’ arıyorsak hepsi benim içim ‘En’di.
Kaynak: Habertürk







